ÇAĞDAŞLIK VE ATTİLA İLHAN SÖYLEŞİSİ YAPILDI
22/01/2025
Dostluk Grubu Derneği Kurucu ve Onursal Başkanı Ahmet Eren Özen'in konuşmacı olduğu "Çağdaşlık ve Attila İlhan" söyleşisi İzmir Karşıyaka'daki Sancar Maruflu STK Yerleşkesi'nde gerçekleşti.
Yaklaşık 30 kişinin katıldığı söyleşide, Attila İlhan şiirleri salondakiler tarafından seslendirildi. Söyleşi öncesinde Dostluk Grubu Derneği Başkanı Göksenin Çakmak gelenlere teşekkür ederken, Attila İlhan ile olan anılarını da anlattı.
Programın konuşmacısı Ahmet Eren Özen'in konuşmasının özeti ise şöyle:
Karşıyaka Belediyesi'nin 2025 yılını Attila İlhan'ın doğumunun 100'üncü yıl dönümü nedeniyle "Atilla İlhan Kültür Sanat Yılı" ilan etmesi çok güzel. Belediyenin olumlu olumsuz yaptığı her şeyi söylemek gerekiyor. Bazen eleştirsek de güzel şeyleri de söylemek gerekiyor. Bu fikir kimden çıktıysa kutlamak gerekiyor. Tabii bir yılı, işte şu yılı bu yılı diye ilan etmek önemli değil. Önemli olan o yıla konu olan olay/kişi/kavram hakkında bir şeyler yapmaktır. Geçen sene emekli yılı idi; ama anlaşılıyor ki 2024'te emekliler hiç mutlu olmamış. Fakat bu sene aile yılı ilan edildi ve bu ilan edildikten sonra hemen yeni evlenecek gençler için kredi imkanı tanındı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı örneğin; kentsel dönüşüm için 2.5 milyon TL'ye kadar 0.69 faizle kredi imkanı veriyor. Bu da ailelerin barınma ihtiyacı için yapılan güzel bir olanak. Gerek kamuda gerek özel sektörde yaşanan güzel gelişmeler var. Ancak biz artık bunlarla yetinemeyen bir toplumuz.
Yıl 2025 olunca insanların beklentileri çok farklı ve yüksek oluyor. Şöyle düşünelim; daha dün gibi gelen "milenyuma giriş"in üzerinden çeyrek asır geçti. 2050'ye de bir o kadar süre kaldı. Yani biz bu yıl birinci çeyreği bitiriyoruz. Ve 2025 yılında eğer insanlar hala yanarak ölüyor ise biz gerçekten 2025'te mi yaşıyoruz diye sorgulamak gerekiyor. Kartalkaya'daki otel yangınından acı haber geldikten sonra Sivas'taki benzer bir tesiste de patlamadan dolayı 4 kişinin yaralandığını haber aldık. Yine aynı gün bir başka şehrimizde soba zehirlenmesinden çocuklarımızın hayatlarını kaybettiğini öğrendik. Şimdi yıl olmuş 2025, biz diyoruz ki: "Bize verilen haklardan elbette memnunuz ama bunlarla biz yetinemeyiz." "Biz bunlarla Atatürk'ün bize hedef olarak göstermiş olduğu medeniyet çıtasına ulaşmayı başaramayız. Bize daha fazlası lazım."
Tabii ki şu da var: Dünya da benzer problemlerle karşı karşıya. İki hafta önce Oksijen Gazetesi'nde okuduğum bir haber vardı. Neydi o? Harvard Üniversitesi'nin şu anki öğrencileri ve hatta son yıllardaki mezunları bile artık, üniversite öğrenimi boyunca bir kitap okumadan mezun oluyorlar. Hani biz okuma oranlarından şikayet ediyoruz ya; durum Harvard'da bile aynı. Okumaya karşı ilgisizlikte dünya da bizden farklı değil. Yani artık her yerde, hemen her kültürde her toplumda bu sorunu yaşıyoruz. Ne demek istiyorum? "Edebiyattan uzaklaşma" sorunu, küresel bir sorun durumuna gelmiş. Bunun da haliyle bazı sakıncaları var.
Türkiye'nin iktisadi büyümede en büyük çağ atladığı dönem, Atatürk dönemidir. Yani Türk ekonomisinin oransal olarak en çok büyüdüğü dönem Atatürk dönemi. Ama Atatürk dönemini de kendi içinde özel olarak incelerseniz Atatürk döneminde büyümenin en yüksek seviyede gerçekleştiği dönem Meclis'te en çok edebiyatçı vekilin olduğu dönem. Yani Meclis'in 3'üncü döneminden itibaren büyüme başlıyor. Demek ki edebiyat bir toplumun ekonomik büyümesinde ve refah seviyesinin yükselmesinde birinci unsur. Başat aktör. Ondan sonra diğerleri geliyor. Neden? Çünkü edebiyatta her şey hayalle başlıyor. Sen gerçek yaşamdan elde ettiğin bilgilerle bir hayal kuruyorsun ve bu hayali yazıyorsun. Böylece ufkun açılmış oluyor. Peki edebiyatçı toplumdan gittiği zaman hayal kuracak kim var? Hiç kimse! Diyebilirsiniz ki iletişim fakülteleri, sosyal bilimler de var. Bu yanlış bir varsayımdır. Dilbilgisi tekniğine hakim olmayan, anlama ve ifade etme becerisi yüksek olmayan, hayal etme ve kendinden önce hayal edilenleri yorumlama kavrayışına sahip olmayanlardan bize, topluma ve devlete fayda gelmez. Edebiyattan kopuk kişilerden; ufuk açıcı, iş büyütücü fikirler beklenemez.
Biz bayiden gidip gazete alan, hatta kupon kesen, kupon biriktiren sonra da gidip o kuponlarla ansiklopediler, kitap setleri alındığını gören, yaşayan nesiliz. Bir eve gazete girince, dergi girince, kitap girince insanın ufku genişler. Şimdi öyle değil ki! Yaşadığı şehri tanımadan üniversiteye gelenler var. İzmir'de üniversitedeki lisans programlarına "Üniversite Kültürü ve İzmir" dersi konulmuş. Ki bu da güzel bir iş. Fakat bu dersin sınavında; üniversitede okuduğunuz program nedir diye sorulmuş. Yani lisans mı ön lisans mı yüksek lisans mı doktora mı diye; öğrencilerin yarısı yanlış yapmış. Başka bir soruda İzmir'in eski adı nedir diye sorulmuş % 70'i yanlış yapmış, "Smyrna" diyememiş. Bergama şehrinde ilk kez kullanılan meşhur kağıt çeşidi nedir diye sorulmuş; doğru cevap olan parşömeni % 90'ı işaretlememiş yani soruyu yanlış yapmış. Şimdi hal böyle olunca ne demek gerekir?
Afedersiniz giderek çoğalan üniversite sayısı, giderek çoğalan üniversite bölümleri, fakülteleri, giderek büyüyen kampüsler ama giderek geriye düşen bir zeka seviyesi ve giderek her bakımdan geriye düşen bir nesil var karşımızda. Yani giderek gerileyen bir Türkiye demektir bu. Halbuki bu bizim için avantaj olabilirdi. Dünya gerilerken, biz akıllı adı ile satılan aklımızı yok eden cihazlarla bağımızı koparıp Atilla İlhan'ın söylediği gibi "Batı'da gerileme emareleri var, aklımızı doğru kullanırsak biz bu açığı kapatabilir" idik. Ama biz ne yapıyoruz; Tiktok'larda, Facebook'larda İnstagram'larda vakit öldürüyoruz.
Youtube'a girdiğiniz zaman belgesellerden, şarkılara, derslerden konferanslara çeşit çeşit videolar var. Binlerce, yüz binlerce, hatta milyonlarca video var Youtube'da. Ama ben buraya YouTube'a girip de efendim, çok özür dilerim göbeğini sallayarak meşhur olan vatandaş var bir tane onu izlesem, Youtube'u akıllıca mı kullanmış olurum? Bu ülkede göbeğini sallayarak ünlü olan var. Sadece yaptığı bu; göbek sallamak. Şişman bir beyefendi, göbeğini sallayarak video koyuyor. Ben bunu izlediğim zaman internetime de yazık etmiş oluyorum, gözlerime de.
İnananlar için söylüyorum, daha doğrusu hocalar söylüyor. Hocalar diyor ki: "Organlarınız size öbür tarafta hesap soracak." Gözünüz diyecek ki; "Niye beni güzel işlere kullanmadın da bu kötü ve boş işlere kullandın?" Ben söylemiyorum bunu hocalar söylüyor. Ama hocaya hacıya gerek yok. Ben size başka bir şey söyleyeyim. Son yapılan bilimsel çalışmalar şu anda ellerinde telefon ve tablet ile büyütülen 0 - 6 yaş aralığındaki çocukların 40 yaşlarına geldiklerinde kör olacağını söylüyor. Bakın bilim bunu söylüyor ve demek ki çağdaşlaşmaktan bahsedecek, çağdaşlık mevzusundan bahsedecek ise ilk olarak bilimi ele alacağız.
Tabii ki vicdan özgürlüğü olacak. O başka bir alan. Ama öncelikle bilimi önceleyeceğiz. Bunu söyleyen kim var? Başta Atatürk var. Yüce Önderimiz Atatürk var. Atatürk, şehitlerimiz, bize yazılarıyla katkıda bulunmuş tüm edebiyatçılar ve Bolu Kartalkaya'da hayatını kaybeden vatandaşlarımızın aziz hatırası için saygı duruşunda bulunalım ve İstiklal Marşı'mızı okuyalım.
Biz bu etkinliği düzenlerken, Grand Kartal otel faciası henüz olmamıştı. 78 canımız gidince, Dostluk Grubu Derneği'mizin başkanı Göksenin Çakmak beyle konuşurken acaba iptal edelim mi diye düşündük. Fakat daha sonra vazgeçtik. Çünkü insanların konuşmaya, içindeki sıkıntıları dile getirmeye ihtiyacı var. Ve de seçtiğimiz konu, yani çağdaşlık meselesi zaten bu bağlamda çok mühim bir mesele. Bu çağda, çağdışı kalmış bir zihniyetin ürünü olarak; ihmalden ve de para hırsından onlarca can yitip gidiyor, aileler tatil için gittikleri yerde boğularak ya da yanarak ölüyorsa orada çağdaşlıktan bahsetmek bir kez daha önem kazanıyor. Çağdaşlığın birinci koşulu ise laikliktir.
Laik sözcüğünün kökeni, Yunanca "laikos" sözcüğünden gelir. Din işleriyle uğraşmayan kişi anlamına gelmektedir. Önceden "rahip sınıfından olmayan" kesimler için kullanılırken bu ifade giderek din ile devlet ayrımı biçimine dönüşmüştür. Laiklik sadece dinsel olanla ayrılma demek değildir. Aynı zamanda kutsallaşmış gelenek boyunduruğundan kurtulma anlamına da gelmektedir. Niyazi Berkes, buna kutsallaştırılan yani gelenek haline getirilen ve ritüelleştirilen unsurları da yani batıl inançları da dahil etmiştir. Felsefede laiklik, insan aklına güvenmek ve sürekli gelişimin peşinden koşmak biçiminde somutlaşır. İnsan aklına saygının gereği ve özgürlüğü sürekli kılma çabasıdır laiklik.
Dinin egemenliği insanın kalbine yönelik olmalıdır. Politikaya ve devlet işlerine karıştırıldığında akılla çatışır, insanları birbirine düşürür yani özetle kavga sebebi olur. Özgür düşüncenin önünde engel olarak din baskısına karşı Sokrates; "Dünyada hiçbir kişinin başka birine neye inanması gerektiğini söylemeye ya da onu istediği gibi düşünme hakkından yoksun bırakmaya yetkisi yoktur" demiştir. Sokrates bunları söylediğinde ortada ne Hristiyanlık ne de Müslümanlık vardı. Eski Yunan'da kişiler istediği tanrıya inanmakta özgürdü, bu anlamda bir baskı yoktu. Ancak tanrılara kötü söz söylenemez ya da tanrı yok sayılamazdı. Ege'nin iki yakasındaki, çoğunluğu kent devleti olan bu devletlerde insanlara tanınan vicdan özgürlüğü özgür düşünceyi de serbest bırakmıştır. Diyelim ki bir deniz tanrısı inancı denizciliğin gelişmesine, bir fırtına tanrısına inanma gök bilimlerinin incelenmesine olanak sağlamıştır. Fakat Sokrates, Tanrılara inanmamak ve gençlerin ahlakını bozmakla suçlanarak siyasi olarak ölüm cezasına çarptırıldı. Maalesef din uğruna öldürülen ilk kişi olmadığı gibi son kişi de olmayacaktı.
Anaksagoras, Protogoras gibi pek çok düşünür de tanrılara inanmadıkları için yargılanıp sürgün edilenler arasındaydı. Aristotales ise Tanrı'yı tüm kozmosu, galaksileri, uzayı ve zamanı yaratan sonsuz ve evrensel bir zihin olarak düşünmüştü. Yani tek yaratıcı düşüncesine "düşünmeyi düşünerek", akılla ulaşmıştı. Bu noktada Ahmet Arslan hocaya saygılarımı sunuyorum. Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın'a saygılarımı sunuyorum. Çünkü Ege uygarlıklarının Yunan olmadıklarını çok iyi ifade ettiler ve rahmetli Şadan Gökovalı, Cevat Şakir Kabaağaçlı da bu konuyu hep yazdılar. Homeros nereli? Homeros İzmirli şair değil mi? Yani çağdaşlık, Yunan'da değil bu topraklarda başlıyor dikkatinizi çekerim ve o şehir devletlerinde bile çağdaş düşüncenin önünde en büyük engel dini taassup. Dini baskılar.
Eski Romalılar çok daha pragmatikti. Her şeyi hukuk açısından değerlendirirler, bütün dinlere ve düşüncelere tolerans göstererek tüm inançlara saygılı olurlardı. Roma hukuku açısından Tanrılara dil uzatmanın cezası yoktu. Tiberius; "Tanrılara hakaret edilirse buna karşı yapılacak şeyi Tanrıların kendisine bırakmalıdır" diyordu. Hristiyanlığın Tanrı'nın oğlu olarak kabul ettiği İsa da Roma hukukuna bağlılık göstermiş kendi egemenliğini dünya üzerine değil göklerin üzerine kurduğunu açıklamıştır. Bu göksel egemenlik nedeniyle İsa üzerinden Tanrı, "Sezar'ın hakkı Sezar'a Tanrı'nın hakkı Tanrı'ya verilmelidir" ilkesini koymuştur. İsa'nın din ile devlet işlerini kesin biçimde ayıran söylemlerine rağmen karanlık Orta Çağ boyunca Avrupa'da kilise yeryüzü hakimiyeti için her şeyi yapmıştır. Göksel krallık gündemden adeta çıkarılmış gibidir ve siyasi iktidar için Papalık mücadeleye girmiştir. Makiavelli bu nedenle; "İsa'nın ilkelerine bağlı kalmadığı için Hristiyanlık, iyilikten çok kötülük getirmiştir yeryüzüne demiştir.
Attila İlhan da çağdaşlık ve batıcılık arasındaki nüansı göstererek, çağdaş olmak için Batı'nın her şeyini olduğu gibi kabul etme anlayışına karşı çıkmıştır. Bunu şiirlerindeki içimizden seslerde görebilirsiniz. Onun "Eyüdür Eyü" şiiri vardır. Attila İlhan çağdaş bir şairdir ama yaşadığı çağda içinde yaşadığı halkın yerel konuşmasını şiirinde dile getirmiştir, değiştirmeden binlerce yıllık söylenişi şiire alarak binlerce yıl daha ömür katmıştır o söylenişlere.
Ben sözü daha fazla uzatmak istemiyorum, dinlediğiniz için teşekkür ediyorum ve aklınıza mukayyet olun diyorum. Çünkü öyle bir asırda yaşıyoruz ki aklınıza girip, aklınızı çelip, aklınızı akılsız bırakarak kendi hegemonyalarını zihinlerde oturtmak isteyen güçler var. Sizin aklınızla alay eden ve en ufak bir düşüncenizi tıpkı web sitesinde bıraktığımız izler olan çerezler gibi takip edip kendi sistemleri için tehlikeli gördüklerini anında yok edecek güçte sistemleşmiş, metalaşmış kapitalist emperyalist gruplar var. Ulusüstü devletler üstü yapılar var ve her geçen gün daha da fazla olarak etki alanlarını genişletiyorlar. Bir avuç oldukları halde, o kadar güçlüler ki; devletleri, hükümetleri yönetebiliyorlar istedikleri zaman alaşağı edebiliyorlar.
O yüzden bugün ben burada diyorum ki biz size mecburuz. Siz bize mecbursunuz. Bizim bizden başka dostumuz yok. İnsanlığımızdan başka hümanizmden başka bizi bir ve beraber diri tutacak elde imkanımız yok. Edebiyat, bu açıdan o simsarların ilk hedefi konumunda. Edebiyatımıza, dilimize sahip çıkacağız. Okuyup, dinleyip, duyup bunu akıldan mantıktan yani süzgeçten geçirip konuşup, tartışacağız. Başka türlü çağdaşlaşma gerçekleşemez. Başka türlü çağdaşlık yoktur. Çağdaşlık sadece teknolojiyi kullanmak ve yeni teknolojiler aramak değil; o teknolojiyi insanlık için iyi alanda da kullanmak demektir.

Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için
tıklayın