H. Zeki Sungur
hzsungur@yahoo.com
YABAN
13/06/2023 Okuyunca çok etkilendiğim; dünle, bugünün muhasebesini yaptığım Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun eseri bu romanı öğrencilik yıllarımda okusaydım sadece bir roman gözüyle mi bakardım diye düşündüm! Ama bugün için söyleyeceğim; bu kitap sadece bir roman olarak okunup geçiştirilemez. Romanın her satırında sosyolojik ve siyaseten bugünü değerlendirecek, ders çıkaracak, altını çizerek uzun uzun düşünüp çözüm bulmamızı gerektirecek olaylar var. I. Dünya Savaşı'nda tek kolunu kaybeden yedek subay Ahmet Celâl’in İstanbul’un işgal edilmesiyle emir eri Mehmet Ali’nin davetiyle onun Porsuk Çayı kıyısındaki köyüne gitmesi ve oradaki köylülerle olan yaşamı, çatışması, köylünün bir yaban olarak gördüğü bir aydının kendi ile hesaplaşmasını anlatır 'Yaban'. Lise seviyesinden itibaren bu kitap okunmalı ve okutulmalı, tartışılmalı. Ben Yaban’ı bir köy kahvesinde köylüler, sosyologlar ve siyasetçilerin olduğu bir ortamda sosyolojik ve siyasal açıdan tartışmayı çok isterim ki dün ve bugünü ortaya çıkarıp akılcı bir sonuca ulaşabilelim… Alaşehir’de Belediye Başkanlığı'nca kurulacak “Milli Mücadele ve Alaşehir Kongresi Müzesi” içinde oluşturmayı planladığım kitaplık için almıştım Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun eseri Yaban’ı. Kitaplıkta bulunsun, o günleri merak edenler okusun, bilgilensindi düşüncem. Ama kitabı okuyunca gördüm ki yazarın 1921’de Garp Cephesi Kumandanlığı’nın görevlendirdiği “Tetkiki Mezalim Heyeti”yle (Vahşet Eylemlerini Araştırma Komisyonu) birlikte Anadolu’ya yaptığı bir teftiş gezisinden sonra 1932'de yazdığı bu roman o günlerdeki işgal ve milli mücadeleyi anlatırken bugünler için bizlere de dersler veriyor. Bu derslerden faydalanmak adına ve gerektiğinde başvurmak adına İletişim Yayınları'ndan bir Yaban daha alacağım kendi kitaplığıma koymak üzere… Yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu romanındaki konunun nasıl ortaya çıktığını şöyle anlatıyor: “…Yaban bir objektif roman değildir. Yaban, bir ruh sıtmasının, birdenbire acı ve korkunç bir gerçekle karşı karşıya gelmiş bir şuurun, bir vicdanın çıkardığı yürek parçalayıcı haykırışıdır. Ve ben, Orta Anadolu viraneleri içinde dolaşırken yüreğime düşen odun yanığını, bundan yirmi yıl evvel yazıp neşrettiğim bir nesirde (“Barbarların Yaktığı Köyler Ahalisine”) ilk defa o viraneler halkına şu hitabeyle ifadeye çalıştım: “Düşmanın hıncı, vahşeti sizin üstünüzden bir kaza gibi gelip geçti. Fakat biz o hıncı, o vahşeti ve o düşmanı daima içimizde taşıyoruz. Durmadan yanıp, durmadan tutuşuyoruz. Durmadan yağmaya, talana, durmadan eza ve hakarete maruzuz; her dakika doğrulup her dakika yıkılıyoruz. Ey, yanmış tarlası üstünde beyaz sakalını yolan ihtiyar; ey, evlâdının mezar taşından başına yastık yapan ana; ey, geceleri, köpeklerle beraber uluyan aç çocuk; ey, bekâreti iğrenç bir yara halinde kanayan genç kız, Allah cümlenizi bizim düştüğümüz dertten masûn eylesin!” İşte, Yaban, bu yazının yayımlanmasından on-on bir yıl sonra, aynı yürek acısını daha geniş bir ölçüde ifade etmek için meydana geldi. Porsuk Çayı kıyılarında geçirdiğim üç-dört aylık kâbusu, şuurum altı, on yıl durmaksızın yaşamakta devam etmişti. Anlıyorsunuz ki; bu eser, benliğimin çok derinliklerinden, âdeta kendi kendine sökülüp koparak gelmiş bir şeydir. Bir şeydir, diyorum. Zira, bu, ne bütün mânası ile bir roman, ne bütün mânası ile bir sanat ve edebiyat işidir. Hele, politika denilen gündelik davalarla hiçbir ilgisi yoktur.” “Garp Cephesi Kumandanlığı’nın gönderdiği “Tetkiki Mezalim Heyeti” o viranelerde, taşlar altında kömürleşmiş insan kemiklerini araştırırken, bu kitabı teşkil eden yazıları, arasından yırtılmış ve kenarları yanmış bir defter halinde buldu. Köylülerden bunun sahibinin ne olduğunu sordu. Kimse, onun nereye gittiğini bilmiyordu. Bununla beraber, onun, iki üç yıl hep bu köyde oturduğunu ve son felaket gününe kadar burada kaldığını söyleyen de kendileri idi. Yalnız, içlerinden biri, yaşı belirsiz küçük ve sıska bir adam, döndü: – Dee, sizin gibi yabanın biriydi, dedi…” Yakup Kadri, günlük politikalarla, gündelik davalarla ilgisi yoktur dese de, ben kitabı bugünle, o günleri sosyolojik ve siyasal açıdan karşılaştırarak okudum. 1932 yılında yayınlanan roman 1'nci Dünya Savaşı sonrası ve Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’daki yaşamı, Anadolu’nun içinde bulunduğu durumu, aydın-halk arasındaki uçurumu açık bir şekilde ele alıyor. Ulaştığı sonuç ise şu ifadelerde kendini buluyor. “Şimdi ne görüyorum? Anadolu... Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır… “…Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun. Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi biti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.” “…Eğer bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş, senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak şevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifirî karanlık içinde, ruhları her yanından örtülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır.” Bu satırları okuyunca romanın gelişen olayları içinde bugünün köyünü, köylüsünü ve ülkenin aydınlarını Ahmet Celal’lerini düşündüm. Tabii, ‘dağdaki çobanla benim oyum bir mi’ diye soran sanatçının yarattığı krizi de. Gördüm ki o günden bu güne değişen bir şey yok… İhtiyat Zabiti Gazi Ahmet Celal’in yerleştiği köyde yaşadıkları sonrasında yaptığı bu özeleştiriden ders çıkarması gerekenler hele tam da Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçimleri sonucunda ders çıkarması gerekenlere kapak olsun bu sözler… Eğri oturalım ama doğru konuşalım, ‘Çuvaldız ve İğne’ kim üzerine alınırsa onu batırsın münasip yerine… Okudukça sizi kendinizle, çevrenizle hesaplaşmaya sevk edecek satırlar var kitapta Şimdi bu romanı okuyan aydın kesim neyi nerde yanlış yaptığını, kimi ihmal ettiğini ve sonuçlarının ne olduğunu görecek, öz eleştirisini yapacak ve çözümü bulacak. Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün “Köylü Milletin Efendisidir” sözünü kendine rehber edinerek köyü ve köylüyü milletin efendisi yapacak tedbirleri alacak. İkdam Gazetesi'ndeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekleyen, 1921'de Anadolu'yu dolaştığı heyetle geleceğe yönelik planlamalara katkıda bulunan, 1931'de Manisa milletvekili olan bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdüren, Kadro Dergisi'nin kurucuları arasında yer alan, uzun süre değişik ülkelerde büyükelçilik görevlerinde bulunan 27 Mayıs 1960'tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçilen ve siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekiliği olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu 1974 yılında vefat etmiştir. Eserlerinde yaptığı görevlerde edindiği tecrübeler ışığında tespit ettiği sosyal, ekonomik ve siyasal aksaklıkların çözümünü yol gösterici bir yol izlemiş ve düşüncelerini romanın kahramanları ile anlatmıştır. Özellikle Kemalist bir düşünce adamı olarak Cumhuriyet’in kuruluşu ve devrimler sürecinde aydınlara düşen görevleri ortaya çıkarmıştır. Yaban, İletişim Yayınları tarafından özel olarak hazırlanmış bir baskı ile yayımlanırken kitabın başına yazarın biyografisi, eserle ilgili bilgiler konulmuş, sonunda ise eser hakkında yazılmış yazılar konulmuş. Özellikle Yaban’ın bu şekilde yayımlanması okuyucuyu çeşitli fikirlerle düşündürmeye sevk ediyor ve çözümü kolaylaştırıyor. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
GÜLLÜK, GÜLİSTANLIK BİR TÜRKİYE (!) - 01/09/2023 |
H. Zeki Sungur - GÜLLÜK, GÜLİSTANLIK BİR TÜRKİYE (!)1/9/2023 |
SİYASETTE TEKKE VE ZAVİYEDEN, TARİKAT VE CEMAATE GİDEN YOL - 17/07/2023 |
H. Zeki Sungur - SİYASETTE TEKKE VE ZAVİYEDEN, TARİKAT VE CEMAATE GİDEN YOL 17/7/2023 |
TÜİK (TÜKETİCİ İNFAZ KURUMU) - 10/07/2023 |
H. Zeki Sungur - TÜİK (TÜKETİCİ İNFAZ KURUMU) 10/7/2023 |
NİHAYET CHP'DEN AKILLI VE MANTIKLI BİR AÇIKLAMA - 26/06/2023 |
H. Zeki Sungur - NİHAYET CHP'DEN AKILLI VE MANTIKLI BİR AÇIKLAMA 26/6/2023 |
TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI DEĞİL TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI - 20/06/2023 |
H. Zeki Sungur - TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI DEĞİL TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI 20/6/2023 |
SEÇİMİN ARDINDAN - 05/06/2023 |
H. Zeki Sungur - Seçimin Ardından 5/6/2023 |
TÜRKİYE KAYBETTİ, ÇUVALDIZ VE İĞNE - 29/05/2023 |
H. Zeki Sungur - TÜRKİYE KAYBETTİ, ÇUVALDIZ VE İĞNE 29/5/2023 |
İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN - 22/05/2023 |
H. Zeki Sungur - İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN 22/5/2023 |